17 Ekim 2014 Cuma

12 Yıllık Esaret








12 Yıllık Esaret


Vizyon Tarihi  : 24 Ocak 2014 (2s 13dk)
Yönetmen        : Steve McQueen (II)
Oyuncular        : Chiwetel Ejiofor, Michael Fassbender, Benedict Cumberbatch, Brad Pitt
Tür : Dram       : Tarihi
Ülke                 : ABD
İmdb Puanı      : 8,2


Zeynebin Ezgisi Yorumu


2014 yılı Oscar ödül töreninde 3 dalda ödül almış bir film 12 Yıllık Esaret. Filmi izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama henüz izlemediyseniz ve acıklı bir film izlemek istiyorsanız tam sizlik... Solomon Northup gayet seçkin bir müzisyenken, bir gün saflığının kurbanı olur. Kaçırılmıştır ve o artık bir köledir. Her ne kadar satıldığı sahibi Edwin Epps'ten kaçmak için bir çok defa plan yapmış olsa da başarıya ulaşamamıştır. Ta ki mimar Bass (Brad Pitt) ile tanışana kadar. Filmin sonunda “Acımasız bir insanın, çocuğunla geçireceğin hayatından çalması ne kadar kötü bir şey” diyorsunuz... 

Keyifli seyirler...



16 Ekim 2014 Perşembe

Yenilik...





Herkesin hayatında yeniliğe ihtiyaç vardır. Kimileri dolabını yeniler, kimileri saçlarını, kimileri mutfağını hatta kimileri vücudunu :) Kimileri de benim gibi kendine yeni meşgaleler bulur. Bu sene yenilikler senem benim herhalde... Önce sevgili bloğumu açtım, şimdi keçe kursuna başladım, birkaç haftaya kadar da inşallah bloğumu yeni bir isim ve tema ile yenileyeceğim sizler için :) Şuan için ayrıntılar süpriz... Bu arada şimdi aklıma geldi; geçen ay saçlarımda da yeniliğe gitmiştim ve yakın zamanda yine yenilik yapacağım :)






Bugün kursun ilk günüydü. Öğretmen ilk olarak çizimimizi görmek istediğinden kalıp vermeden kendimizin bir şeyler çizmesini istedi. Birkaç anahtarlık ve kese tasarımından sonra çizdiklerimizin simetrisini çıkarmayı gösterdi. Yarında dikiş taktikleriyle devam edeceğiz :) Öyle keçe kursuna başladım, keçeyi al eline hemen kes biç değilmiş bu işler  :) Bir şeyi daha anladım. Belki normalde yapabileceğiniz bir şeyi, hazırlıksız olduğunuz bir anda biri hadi yap derse sudan çıkmış balığa dönebiliyorsunuz. Bugün bir ara düz çizgi çizeceğimden bile şüphe duymuştum. Allahtan sonra biraz rahatladım da birkaç bir şey çıktı ortaya. Çizdiklerimi de hayata geçirdikçe paylaşacağım sizlerle ;)

Rengarenk keçelerim ve yepyeni hayallerim var benim... Şimdi de hayallerimin süslediği keçeden yapılmış rüya alemine doğru yola çıkıyorum. İyi geceler...


15 Ekim 2014 Çarşamba

Sonbahar Ağacı







Zeynep'le geçen gün okuldan eve yürüyerek dönerken yerde dökülen ağaç yapraklarını toplamadan edemedik :) Eve gelince bu yapraklardan kendi sonbahar ağacımızı yapalım dedik ve başladık çalışmaya..

Önce bir karton buldum ve ağacın gözdesini çizerek kestim. Sonra bu ağacı boyayalım dedik. Baktık ki kahverengi boyamız tüm ağacı boyamaya yetmeyecek, kahverengi kağıdımızı ağaca göre kesip yapıştırdık. Ağacın gövdesinin dik durmasını sağlaması için ufak bir karton daha kesip ağaca geçirdik. Geriye yaprakları yerlerştirmek kaldı :) Yapılış aşamaları aşağıda..



Biraz fazla yaprak toplamışız, bitiremedik topladığımız yaprakları :) Onları ne yapalım diye düşünürken bir den yaprak ailesi çıktı ortaya :)




Sonrada bir güzel onları konuşturdu Zeynep... Çok zevkli bir etkinlik oldu bizim için... Belki sizde yapmak istersiniz :)




Keyifli günler...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Alem gider aya biz kalırız yaya...






Yine bir tatil daha bitti...

Bu sene kurban bayramı tatili hafta sonu başladığı için 3 gün uzatalım da biraz daha keyif alalım bayram tatilinden dedik. Yine bir şey anlamadık... Gitmeden önce doğal gazı yakmaya başladığımızdan hırka ve uzun kollularla gittik memlekete. Bir de baktık ki gözünü sevdiğimin memleketinde yazı yaşıyor hala bizimkiler... Cumartesi 28 derece sıcaklıktaki Aydın tatilimizden döndük 19 dereceye, yine doğal gaz yakmaya başladık iyi mi ? Dedim İstanbul ne sevimsiz şehirsin... Soğuk, kasvetli, karmakarışık, yapay...

Bir hafta Aydın'da olduğumuz süre içinde gündemi pek takip edememiştim. Neler olmuş, neler...
Artık ülkemin dinamikleri o kadar hızlı değişiyor ki takip edemiyorsun vallahi...

İşid Kobani'ye saldırmış.Anlayamadığım, T.C. kimlikli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımız da Türk bayrağına, Türkiye Cumhuriyeti kamu mallarına saldırmış. Ne alaka anlayamadım vallahi!

THY uçaklarında uçak güvenliğine uygun olmadığı için abdest alma yasaktı. Artık serbest olmuş... Bende uçak seferlerinde neye ihtiyaç var diye düşünüyordum, bulmuşlar :) O tuvaletler gölet olup uçaklarda arıza olursa görürüm ben onların artistliğini... Bizim millet bu güne kadar hangi tuvaleti temiz tutmuş ki daracık uçak tuvaletini temiz ve kuru tutacak?



Tam İzmir'de uçağımızı beklerken Adnan Menderes hava alanında depreme yakalandık. Merkez Seferihisar olan deprem, 4.0 büyüklüğündeymiş ama baya hissettik. Hatta ben ilk başta deprem olduğunu anlamadım. İlk önce uçak hava alanına çarptı sandım. Meğer depremmiş...Allah beterinden saklasın.

Münevver Karabulut davasında cinayeti işleyen Cem Garipoğlu intihar ederek yaşamına son vermiş. Yüreklerdeki yangını dindirmez ama belki avutur bu haber Münevverin ailesini... Şahsen beni pek tatmin etmedi ya neyse...

Hep kötü şeyler olmadı elbet... Seda Sayan'ın programı yayından kaldırılmış. Programın kaldırılmasında emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Şu aptal saptal kadın programları formatlarından bir kurtulamadı yurdumun gündüz kuşağı... Hele o diziler yok mu? İzle izle, kendini jiletle :) İzlemeyin güzel kardeşlerim, şu tv programları çılgınlığına bir son verin artık...

Sabah kuşağı tv seyredenlerin pek ilgisini çekmez bu haber ama hani olur ya belki de çekebilir belli olmaz diyerekten dünyanın önde gelen marka danışmanlık şirketlerinden İnterbrant, 2014 yılı genel marka değerlendirmesini yayınlamış. Apple'ın ilk sırada olduğu listede Google ikinci, Coca Cola üçüncü sırada.


El alem çalışıyor yani arkadaş! Biz hala gündüz tv kuşağında sapkın tv programları, akşam da sapkın diziler izleyip beyinlerimizi uyuşturmaya devam edelim... Ne gerek var dünya çapında başarılar kazanmaya değil mi ama ?  






5 Ekim 2014 Pazar

Hatıralardaki bayramlar




Gözlerini araladığında, sabah ezanı okunuyordu.Yatağından kalktı, pencereyi açıp yeni doğan günü seyre daldı. Sabahın tatlı meltemi teninde gezinirken eskilere gitmişti çoktan... Gizliden onu seyrettiğimden habersizdi. O an hem orada olduğumu farketmesi hem de merak ettiğim düşüncelerini öğrenebilmek için öksürük tutmuş gibi yaptım. Benim orada olduğumu farkedince dayanamayıp “Ne düşündüyordun?” diye sordum. Gülümsedi... Bilerek meraklandırırcasına biraz bekledi ve başladı anlatmaya...

Küçüktüm...Kerpiçten yapılma ufacık evimizde, sıcacık bayramlar yaşardık.Dün gibi hatırlarım o günleri... Arife akşamları yatma zamanı gelince heyecandan uyuyamayışımı...

Bir hafta öncesinde başlayan annemin bayram temizliği, arife günü bizi banyo yaptırınca biterdi nihayet... Temiz temiz geceliklerimizi giydikten sonra herkese iyi geceler öpücüğü verip, yün yataklara bir kedi misali kıvrılıverirdik kardeşimle... Annem arada bir kontrole gelir “Daha uyumadın mı sen? Sabah erken kalkacağız çabuk yum gözlerini...” diye söylenirdi. Çarşıdan aldığımız bayramlıklarım ve bir çift gıcır gıcır rugan ayakkabım yatağımın başında beni beklerken nasıl dalabilirdim ki rüya alemine?

Bayram sabahı, sabah ezanıyla birlikte tüm ev halkı ayaklanıp, hazırlanmaya başlardı. Sabahın o saatlerinde insanın içini huzurla kaplayan bir şey olur. Hissetmişsindir sende... İnsanın tüm yorgunluğuna rağmen seher yeli insana huzur ve dinginlik verir. Tıpkı bugün gibi...

Babam abdestini alıp, giyinir camiye gitmek için yola koyulurdu. Annem de mutfağa koşar bayram sabahı kahvaltısı için hazırlıklara başlardı. Bir yandan da gece geç saatlere kadar uyuyamayan bana seslenir, uyandırmaya çalışırdı. “Elif, bayram geldi gelecek hadi kalk da hazırlan! Baban gelir birazdan.”

Derken bayram namazını bitiren erkekler, ellerinde sıcak, çıtır çıtır ekmekleriyle evlerine dönerler ve ev ahalisine bayramı getirirlerdi... Babam kapıdan girer girmez el öpme faslı başlardı. Herkes bayramlaşıp harçlıklar alındığında geleneksel kahvaltı sofrası vaktimiz gelirdi. Taze çayın kokusuyla karışan sıcacık ekmek kokusunu hiçbir şeye değişemem doğrusu... Keşke şuan olsa da yesek...Sıcak ekmeğe sürülen tereyağının eriyişini izlerken resmen ağzımın suları akar, bir an evvel atıverirdim ekmeğimi minik ağzıma. Annem ve babam oburluğuma önce şaşkınlıkla bakar, sonrada kahkahayı patlatıverirlerdi. Babam alelacale ağzına bir şeyler tıkıp, koşar adım kurbanın başına giderdi.

Kıvırcığım... Ne çok severdim onu ben... İsim bile takmıştım Kıvırcık diye... Tüm hafta boyunca ona ben bakmıştım. Yemini suyunu eksik etmedim hiç. Arkadaş olup dertleşmişliğimiz bile vardı koyunumla. Ayşe teyzeler de Zeliş'in Pamuk'unu keseceklermiş, Zeliş söylemişti. Daha küçücük bir çocuk olduğumdan anlayamıyordum tabii bunun doğal bir şey olduğunu. Şimdi o günkü halim aklıma geldikçe kendime gülmeden edemiyorum.

Kesilen kurbandan bir kısım et gönderirdi babam, annem bir an önce kavurma yapsın diye...Et pişene kadar o da kurbanın kalan işini bitirirdi. Sonra eti evde kaplara bölüştürür, mahalleye dağıtım servisçisi olarak da beni görevlendirirdi. Dağıtım işinden sonra enfes kavurmanın başına oturup yemek yerdik.

Annem bayramlıklarım kirlenir diye beni henüz giyindirmemişti.Yemekten sonra mutfağı toplarken, “Elif hadi giyin kızım, annannene gidiyoruz” dedi. Annemin dediklerini duymamla ok misali yerimden fırlamam bir oldu.

Anneanneme gideceğimiz için çok heyecanlanmıştım. Her bayram bana en güzel mendillerinden hediye ederdi.Önce anneanneme, sonra da babaanneme gittik.Anneannem pembe ekoseli bir mendil, babaannem kenarları oyalı düz beyaz bir mendil vermişti. Mendillerimin içine bayram şekerlerimi koymuştum.Çok iyi hatırlıyorum, her aklıma geldiğinde mendilimi açıp, kaç şekerim birikmiş diye sayardım.

Bayramın sonraki günlerinde ise evimizin geleni gideni hiç bitmezdi. Teyzemler, dayımlar, halamlar, amcamlar, kuzenlerim ve tabiki komşularımız. Evimiz hiç boş kalmazdı. Bahçemizde saatlerce oyun oynardık. Bayramlarımız o kadar keyifli geçerdi ki bayram tatillerinin bitmesini hiç istemezdim.

Derin bir nefes aldı ve dedi ki :

O kadar özlüyorum ki o günleri, bayramlarını kalabalık geçiren ailelere o kadar gıpta ediyorum ki... Bayramımızı bu huzurevinde, “Acaba bugün çocuklarım beni ziyarete gelecek mi?” diye düşünerek değil de kalabalık ailemizle koşuşturmaca içinde geçirseydik ne güzel olurdu değil mi?


Gözlerimden yaşlar süzüldü. Sonra ona sıkı sıkıya sarıldım. Evet, dedim. Çok güzel olurdu. Sonra keşke şuan evinde kardeşinle olduğunu hatırlayabilseydin, keşke bende böyle hatırlasaydım ailemizi abla diye iç geçirdim ve seni yatırıp, sessizce göz yaşlarımı akıtmaya devam ettim...



2 Ekim 2014 Perşembe

Can Kırıkları...






Bir sıcak kahvesi, bir de dumanı tüten sigarası vardı yanında... Yalnız ve kırılgan hissediyordu. Kendine kızıyordu aslında. Hem de çok kızıyordu. Kendine her serzenişde bulunduğunda, dumanı tüten sigarasından bir nefes daha alıyordu. Sanki aldığı her nefes onu sakinleştirebilecekmiş gibi... Belki de böyle avutuyordu kendini...

Yüreğinde kopan fırtına, şehrin havasına da yansımış, kasvet her yeri sarmıştı. Cama düşen yağmur damlaları içine akıp, gözlerinden süzülüyordu. Öfkesi arttıkça, şimşekler toprağa daha sık düşüyordu sanki. Ardından her fırtına sonrasında olduğu gibi sakinlik kaplıyordu benliğini...

Düşünüyordu tüm hayatını. Kimler gelip geçmişti hayatından... Yaşadıklarını ve yaşanmışlıklarını düşündü. Sonuç hep aynıydı. Dönüp dolaşıp yine kendine yükleniyordu.

Bütün renkleri çok severdi ama pembenin yeri başkaydı onun için.Belki de bu yüzden toz pembe görüyordu her şeyi. Sevmek ve sevilmek onun için çok değerli duygulardı. Herkesi tanımak, sevmek ve sevilmek istiyordu. Sevdiklerine karşı verdiği sevgide cömertti de... Yalanı sevmez, gizli saklı yaşamayı ise hiç bilmezdi. Birini tanıyıp sevdiğinde, o, onun için aileden olurdu. Kim yardımına ihtiyaç duysa, o hep orada olurdu. “Her insanın içinde iyilik de, kötülük de vardır.Tercih ettiğin taraf senin nasıl biri olduğunu belirler. Herkes seçimini iyilikten yana yapsa, dünya daha yaşanır bir yer olur.” derdi hep...

Hayatını ardına kadar sevdiklerine açmanın bir bedeli olacağını düşünmezdi bile... Ama o da bunu yaşayarak öğrendi. Beş parmağın beşinin bir olmadığını öğrendiği gibi, kimsenin kendi gibi olmadığını biliyordu elbette. Sadece onlara, canını acıtacak sözleri sarfedebilme hakkını ne ara verdiğini anlayamıyordu. Ne kadar güçlü görünse de o da kırılgandı. Herkes gibi onun da duyguları, alındığı, kırıldığı şeyler vardı. İnsanlara koşulsuz değer vermesi, onların tüm hayatına karışması anlamına gelmemeliydi.

Yine de kendi içinde, kendinden de öte biri vardı, hükmü geçmiyordu. Ne kadar kırılsa da belli etmiyor, kırgınlığının üstüne bir sünger çekiyordu.Unuttuğu yada görmemezlikten geldiği bir şey vardı. Çekilen sünger kırgınlığının izlerini gerçekten de kapatıyor muydu, yoksa bir sonraki kırgınlıklarla buz dağının arkasında mı birikiyordu? Hesaba katmadığı, ötelediği duygular vardı hayatında...

İçinde yaşadığı fırtınalara, kızgınlıklara, kırgınlıklara inat yine de vazgeçemiyordu iyiliğinden. Kendi kendinin yarasını sarıp yeni güne sımsıkı sarılıyordu yine...

Sigarasından son bir nefes çekip, kafasını kaldırdığında bulutların dağılmış olduğunu gördü.O an buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne... İşte yine yapmıştı...Yine süngeri çekmişti her şeye... Sigarasını söndürüp kalktı, verandaya çıktı ve umut dolu toprak kokusunu içine çekti...



Hadi hayvanat bahçesi yapalım





Zeynep Ezgi ile oynarken birden aklıma gelen bir oyundu. Aslında denge tahtalarıyla oynuyorduk,  Zeynep Ezgi de dominoya çevirmek istedi oyunu. Tüm tahtaları bir parmak arayla dik bir şekilde şekil çizerek diziyoruz. Sonra en baştaki tahtayı Zeynep ittiriyor ve domino harekete geçiyor tüm tahtalar birer birer devriliyor. Zeynep çok seviyor ama ben her seferinde tahta dizmekten sıkılınca birden böyle bir şey çıktı ortaya...

Evdeki oyuncakları kullanarak sizde bu şekilde oyun kurabilirsiniz çocuklara... Hem hayvanların isimlerini hemde seslerini öğretebilirsiniz. Hayvanat bahçenize küçük karakterler koyup, onları hayvanat bahçenize ziyaretçi gelmiş gibi konuşturabilir ve hayal dünyanızı geliştirebilirsiniz.


Oyun dolu mutlu günler... :)